Hristiyanlık Tarihi

3 Eylül 2018 Pazartesi

Konseyden Sonra

Hiç yorum yok :

 İznik Konseyi’nden herkes çok şey beklemiş ama, ne yazık ki umulan huzur ve birliğe kavuşulamamıştır. Aslında gelecek 50 yıl boyunca özellikle doğuda tartışmalar ve üzüntü verici olaylar azalmayacak gittikçe artacaktır. Hatta hiçbir konsey amacını gerçekleştirememiştir. Küçük çapta yapılan konseyler o an için birlik sağlamak ya da o an ki sorunları çözmek için yararlı olmuştur ama, bunlar bile çoğu zaman eski ayrılıkları ya pekiştirmiş ya da yeni ayrılıklara neden olmuştur. Bir yandan da tabi ki doktrinler oluşturmak ve özellikle de zor konularda netlik sağlamak için yarar sağlamışlardır.

 Arius ve onun görüşleri konseyde ret edildiği ve kendisi sürgüne gönderildiği halde sonraki dönemde sözlü tartışmalar devam etmiştir. Arius yanlıları İznik formülüne sadık kalmak isteyenleri Modalizm’i savunmakla suçlamışlardır. İznik İnanç bildirgesi taraftarları ise Ariusçuları Mesih’i ikinci ve alt kademeli bir tanrı yapmakla yargıladılar.

 Ariusçular, Mesih’i Monoteist bir sisteme yerleştirmeye çalışıyorlardı. Ariusçular’ın karşısında olan en önemli isim Athanasius’tur. Athanasius’a göre konunun en önemli noktası insanın kurtuluşuydu ve bu da ancak günahın getirdiği ölümlülükten çıkarılıp Tanrısal doğaya ortak olmakla gerçekleşebilirdi. Bunun için de sadece gerçek Tanrı- gerçek insan ile birleşmek gerekiyordu. Athanasius, biz Tanrı olalım diye Mesih insan olmuştur demiştir. Sağlam karakteri ve içten imanı ile derin bir anlayışa sahip olan Athanasius’un katkılarıyla İznik Konseyi’ndeki inanç bildirgesi zafer kazanmıştır.

 Henry Chadwick, Erken Kilise isimli kitabında İznik sonrası olayları üç perdeli bir oyuna benzetmektedir. Ona göre, 22 Mayıs 337’de Konstantin’in ölümüyle birinci perde sona ermiştir. İmparatorluğun oğullarının yönetimindeki dönemi ise ikinci perdeyi ve putperest Jullian’ın tahta çıkışıyla başlayıp Teodosius’un 381’de İstanbul’da düzenlediği ikinci ekümenik konseyi içeren zaman dilimi de üçüncü perdeyi oluşturmaktadır. İmparatorların tutumu kiliselerde hangi tarafın kazanacağını çok etkilemiştir.

2 Eylül 2018 Pazar

İznik Konseyi

Hiç yorum yok :


 Tarihteki bu döneme başlangıcın sonu diyebiliriz. İsa Mesih’le yeni bir döneme girilmişti. Bu dönem de Hıristiyanlık dünyanın dört bir köşesine yayılmış, fakat bu süre içinde de Roma imparatorluğu içinde çeşitli dönem ve şiddetlerde zulümler yaşanmıştır. Ancak bu tarih artık Hıristiyanlar için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Batıda yeni bir çağ olan orta çağa girilmek üzeredir. Doğuda ise imparatorluk kilisesi başlayacaktır.



 
 İşte tam bu zamanda Konstantin sahneye çıkmıştır. Sezaryeli tarihçi Eusebius’a göre; Konstantin Mesih’in ismini ifade eden Chi Roi harflerini simgeleyen işareti askerlerin kalkanlarına koymasını ve bu sayede de savaşı kazanacağını gösteren bir rüya görmüştür. Konstantin 312’de Roma’da Milivan köprüsünde Maxentius’a karşı savaşırken bu işaretin sayesinde kazandığına inanmış ve bunun üzerine de Hıristiyan olmuştur. Konstantin, uzun ve zor bir zamandan sonra Roma imparatorluğunu tekrar birleştirmiş ve doğu ile batıyı, Ege ve Karadeniz’i kontrol edebilmek başkenti stratejik bir önem taşıyan Byzantium’a kurdurmuştur. Bu yeni şehirde Roma gibi yedi tepeye kurulduğu için Konstantin bu şehre ikinci Roma demiş ve Konstantinopolis adını vermiştir. Konstantinopolis, Konstantin’in şehri anlamına gelmektedir. Konstantin imparatorluğu sırasında paganizme karşı koymamış ama Hıristiyan inancını diğer inançlara karşı açıkça desteklemiş ve yasallaştırmıştır. 50 adet Kutsal Kitap kopyası yapmak ve büyük kilise binaları, katedraller inşa etmek için cömertçe para yardımları yapmıştır. Bu kiliselerden en ünlüsü de Highiasofia yani bugünkü adıyla Aya Sofya’dır. Ama şu an ayakta duran Aya Sofya Konstantin’in yaptırdığı Aya Sofya değil, 6.yüzyılda yaptırılan Aya Sofya’dır. 


  İmparatorluğun huzurunu bozan Arius kavgasına karşı bir şey yapılaması gerektiğini düşünen ve imparatorlukta birlik isteyen Konstantin 325’te Ankyra’da büyük bir konsey toplamak için harekete geçmiştir. Diriliş Bayramı’nda yapılacağı düşünülen konseyden önce kilise konularında danışmanı Cordova episkoposu Hosius’un eliyle İskenderiyeli İskender ve Arius’a birer mektup göndermiş ve ikisini tartıştıkları konuyu bir kenara bırakarak birbirlerini bağışlamaya çağırmıştır. Birleşme çağrısını ulaştırmak için İskenderiye’ye gelen Hosius ise orada İskender’le beraber Arius’a karşı taraf tutmaya başlamıştır. Daha sonra ikisi tarihçi Sezaryeli Eusebius’un da Arius ile Nikomediyalı Eusebius’un görüşlerine yalın olduğunu anlayınca hemen orada küçük çapta bir konsey düzenlemişlerdir. Antakya toplantısı sırasında kilse tarihçisi Sezaryeli Eusebius’u kiliseden uzaklaştırmışlardır. Olup bitenleri öğrenen Konstantin, yapılacak büyük konseyin daha başlamadan bu tür oyunlara geldiğini öğrenince hemen harekete geçmiş ve toplantıyı Ankyra’dan Nicaea yani bugünkü İznik’e almıştır ki böylece kendisi de toplantıya katılabilecek ve karışıklıkları engelleyebilecektir.


 20 Mayıs 325’te İznik’te özellikle Greklerden oluşan 220 gözetmen bu konsey için bir araya gelmiştir. Bazı başka kaynaklara göre de konseye 300’e yakın ya da 300 küsur kilise gözetmeni katılmıştır. Roma episkoposu ise katılamamış yerine temsilen iki kilise ihtiyarını göndermiştir. Konstantin bu toplantıya o kadar çok önem veriyordu ki toplantıya katılacak olan önderlerin bütün masrafları devlet hazinesinden sağlanmıştır. Toplantı sırasında Konstantin sadece bir Kutsal Kitap öğrencisi olduğu halde toplantıyı bizzat kendisi yönetmekte ısrar etmiştir. Konstantin bir filozof ya da bir teoloji uzmanı değil, başarılı bir asker ve önderdi. Tarafları uzlaştırmak için yazdığı mektubunda önemsiz ve layık olmayan bu kadar önem verilmemsi gerektiğini yazmıştı. Bu konuda Konstantin’le aynı fikirde olan başkaları da vardı ve bu kişiler de Mesih’in insanlara diyalektik, sanat ya da boş kelime cambazlığını öğretmediğini, bunun yerine kendini iman ve iyi işlerde gösteren düşünce birliğine teşvik ettiğini hatırlatmışlardır.


 Tarafsız olmaya çalışan Konstantin, açılış konuşmasından sonra taraflara görüşlerini ifade etmek için fırsat verdiğinde henüz katılanların çoğu herhangi bir tarafı tercih etmemişlerdi. Arius, küçük ama sesli bir grup tarafından destekleniyordu. Bu küçük ama sesli grubun içindeki en ünlü destekçi Arius’un daha önce yanına sığındığı İzmit episkoposu Eusebius’tur.


 Diğer tarafta da İskender’in küçük grubu vardı. Bu grubun içindeki en ateşli savunucu ise o günlerde henüz o kadar ünlü olmamış olan -hatta o günlerde episkopos bile değildi- diyakon Athanasius’tu. Sonraki yıllarda İskenderiye episkoposu olan Athanasius kilise tarihinde en dikkat çeken karakterlerden biri olmuştur.


 Arianistler görüşlerini ifade ettikten sonra şiddetli bir karşı çıkmayla karşılaşmışlardır. Orta bir yol bulmaya çalışan Sezaryeli Eusebius Sezariye’de vaftizden önce kullandıkları bir bildirgeyi önermiş ve imparator da dahil olmak üzere çoğunluğun onayını almıştır. Bu bildirgenin büyük bir kısmı daha sonraki yıllarda İznik İnanç Bildirgesi olarak da ün kazanmıştır. Sezariye İnanç bildirgesi şöyleydi:


 Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen bütün şeylerin Yaratanı olan tek Baba Tanrı’ya inanıyoruz.

 Bir tek Rab İsa Mesih’e de inanıyoruz; Tanrı’nın Sözü, Tanrı’dan Tanrı, Nur’dan Nur, Hayat’tan Hayat, biricik Oğul, bütün yaratılan şeylerin İlk Doğanı, bütün devirlerden önce Baba Tanrı’dan doğan, Kendi aracılığıyla her şey yapılmış, kurtuluşumuz için insan bedeni alıp insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş, üçüncü günde ölümden dirilmiş, Baba’nın yanına yükselmiş ve dirilerle ölüleri yargılamak için tekrar gelecek olan O’dur. Ayrıca bir tek Kutsal Ruh’a inanıyoruz.


 Konseyde bu inanç bildirgesi iyi ama, fazla geniş ve dolayısıyla net olmadığı için bazı değişikliklerin yapılması uygun görülmüştür. Konstantin’in onayı ve belki de önerisi üzerine Mesih’e uygulanan ve özde aynı anlamına gelen homoousion terimi de eklenmiştir. Yapılan değişikliklerden sonra Sezariye İnanç Bildirgesi şu hale gelmiştir:

 Her şeye gücü yeten, görülen ve görülmeyen bütün şeylerin Yaratanı olan bir tek Baba Tanrı’ya inanıyoruz.

 Bir tek Rab İsa Mesih’e de inanıyoruz; Tanrı’nın Oğlu, Baba’dan doğan, biricik Oğul, Baba’nın öz varlığından oluşan, Tanrı’dan Tanrı, Nur’dan Nur, gerçek Tanrı’dan gerçek Tanrı, yaratılmış değil, doğrulmuş, Baba’nın aynı öz varlığına sahip olan, Kendi aracılığıyla gökteki ve yerdeki her şey yapılmış, biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten inmiş, insan bedeni alıp insanlar arasında yaşamış, sıkıntı çekmiş, üçüncü günde ölümden dirilmiş, göğe yükselmiş ve dirilerle ölüleri yargılamak için tekrar gelecek olan O’dur ve Kutsal Ruh’a da inanıyoruz.


 Elçilerin İnanç Bildirgesi’nin oluşumunda olduğu gibi İznik konseyinde de bir araya getirilen metin zor, yavaş ve tartışmalı bir şekilde yazılmıştır. Hıristiyanlar yavaş yavaş kurtarıcının Yüce Tanrı’nın ta kendisi olması ama, buna rağmen aynı zamanda bu kurtarıcının insan olması gerektiğini kavramaya başlamışlardır. Mesih inancının özünde bu inancı tümden farklı kılan akıl almaz bir gerçek yatmaktadır. Bu da Mesih İsa’nın insan oluş gerçek Tanrı’dan gelen gerçek Tanrı olduğudur. Öyle ki insan kişiliğini kaybetmeden yeniden doğmuş olarak Tanrı’nın çocuğu olabilsin.


 Kullanılan sözcükler her zaman bir şekilde yanlış anlaşılmalara yol açmıştır. Hele de soyut kavramları açıklamak için kullanılan kelimelerin başka dillere çevrilmesi gerektiğinde bu durumu daha da zorlaştırmıştır. Bu yüzden mümkün olduğu kadarıyla somut kelimelerle tanımlamalar yapılmaya çalışılmış ve konseyin tutumunu daha da netleştirmek için daha sonra şu ifadeler İnanç Bildirgesine eklenmiştir.

 Buna karşılık Rab İsa’nın mevcut olmadığı bir devre vardı, O doğrulmadan önce yoktu, hiç yoktan meydana geldi, Tanrı’dan başka bir maddeden veya özden yaratıldı, değişebilir veya başka bir hale gelebilir diye ileri sürenlere gelince, kutsal, evrensel ve havarilerin yolunda olan Mesih İnanlıları topluluğu onları lanetlemektedir.


 Konstantin bu kadar çok kilise önderini bir arada bulmuşken kilisenin başka birçok konudaki karışıklıklarını dile getirmek istemişti ve bunlardan bazıları da Paskalya’nın ne zaman kutlanacağı ya da katı inanç kurallarından çıkan Mısır’daki Melitan ayrılığı gibi konulardı.

 Bu sorunlarla ilgili olarak birçok kararlar alınmıştır. Bir episkoposun atanması için en azından üç gözetmenin orada olup ona el koyması kuralı bu konseyde alınmış kararlardan bir tanesidir. Aynı zamanda kiliseden atılanlara karşı nasıl davranılması gerektiği konusu için de görüş birliği aranmış ve ruhban sınıfının ahlak seviyelerini yükseltmek için de birçok kural konmuştur. Ruhban sınıfından olan bir kişinin evine yakın akrabadan başka bir kadının girmesi yasağı da yine bu konseyden çıkan kararlardan biridir.

 Bildirgenin altına 218 gözetmen imzasını atmıştı. Konseyin almış olduğu bu kararları güçlendirmek için Konstantin itaatsizlik durumunda idam cezası uygulatacağını ilan etmiştir. Ayrıca Arius’un yazmış olduğu bütün kitapların yakılmasını ve onun da, destekçilerinin de görevlerinden uzaklaştırılmalarını buyurmuştur.

 Dördüncü yüzyıl değişim ve hareketlilik dönemiydi. Aynı zamanda dördüncü yüzyıl da kilise devleti dönemi de başlamıştır. Bu çağda artık dünyada ve toplumda gücü olan ve tanınan yerleşik bir kilise vardı. Bunun sağladığı rahatlıkla kilise dördüncü yüzyıl da İsa’nın Tanrılığı ve Üçlübirlik gibi birçok doktrinlerle uğraşmıştır. Bu yüzden de dördüncü yüzyıl sanki sürekli teoloji tartışılan bir dönem olmuştur.

 Ama bizler dördüncü yüzyılı bugüne göre değerlendirmemeliyiz. Çünkü bugünün doğruları ile geçmişin yanlışlarını kıyaslamak doğru değildir. Dördüncü yüzyılı zamanın şartlarına ve doğrularına göre değerlendirmek gerekmektedir.

Elçisel -Apostolik- Kilise Babaları

Hiç yorum yok :



1.yüzyılda daha çok İsa’yı tanıyan İsa’yla birlikte çalışan elçiler vardı. Ama 2.yüzyıla geçişte elçilerden sonra onları takip eden kilise babalarını görebiliriz.

Elçiler öldüler. Ama o zamanın birçok kilise önderi ya elçileri tanıyordu, ya onların öğrencileriydi, ya da yetkilerini onlardan almışlardı. Elçilerden sonra gelen bu önderlere elçileri tanıdıkları ya da elçiler tarafından yetiştirildikleri için Apostolik (Elçisel) Kilise Babaları diyoruz.

Kilise Babaları kilise içinde çalışan önderlerdendir ve diğer görevlilerden daha kutsal değillerdir. Zaten kendi dönemlerinde bu kişiler kilise babası olarak anılmamışlardır. Daha sonra kilise kendi içinde bu isimleri vermiştir. Kilise babaları dönemi Augustin’le kapanmıştır. Ama Augustin batı kilisesinin en önemli babalarından biri olmasına rağmen doğu kilisesi Augustin’i kilise babası olarak tanımamaktadır.

 Romalı Klement (30-100) Petrus’un öğrencisiydi. Aslında Klement’in hayatı ve yaptıkları hakkında az şey bilinmektedir. Klement hakkında bildiğimiz, özellikle, 96 yılında Korint’teki Hıristiyanlara yazmış olduğu uzun bir mektuptur ve mektubunda kilisenin birliği, kişilerin hayatlarını temiz tutması konularına değinmiştir. Mektupta farklı kiliselerde farklı uygulamaların olduğu da anlaşılmaktadır. Bu mektup aynı zamanda Petrus’un Roma’da ölmüş olduğunu, Pavlus’un da İspanya’ya bir yolculuk yaptığını ve Neron zamanında Hıristiyanlara işkenceler yapıldığını doğrulamaktadır. Tarihçi Eusebius’a göre Romalı Klement Pavlus’un Filipililer’e mektubunda adı geçen Klement’le aynı kişidir.


 Filipililer 4:3 Evet, gerçek yoldaşım, sana da yalvarırım, bu kadınlara yardım et. Çünkü onlar benimle, Klement'le ve adları Yaşam Kitabı'nda bulunan diğer emektaşlarımla birlikte Müjde'yi yaymak için mücadele ettiler.

 Roma kilisesinin, Linus ve Kletus’tan sonra üçüncü episkoposu olarak bilinmektedir. Aslında o dönemde henüz bu dönemdeki gibi episkoposluk sistemi yoktu. Hatta bazı yerlerde birden fazla episkopos bile olabiliyordu. Bu yüzden elimizdeki bilgilerle bu konuda kesin bir şey söyleyemiyoruz. Klement’le aynı dönemde yaşayan Antakyalı İgnatius’un Roma’ya yazdığı bir mektupta mektubunu ihtiyarlara hitap ettiğini biliyoruz. Eğer o dönemde Roma’da bir episkopos olsaydı İgnatius mutlaka mektubunu episkoposa hitaben yazardı. Klement kendisi de yazılarında Pavlus gibi ihtiyar ve episkopos kelimelerini birbirinin yerine kullanmış ve tarzı da Pavlus’un tarzına benzemektedir. Bütün bu bilgiler de bize 2.yüzyılda belki de henüz tek bir episkopos ya da önder olmadığını göstermektedir.

 Antakyalı İgnatius (30-110) da Apostolik Babalardandır. Suriyeliydi. İgnatius’un kelime olarak “Tanrı tarafından taşınan” anlamına gelmektedir.

Luka 18:16 Ama Isa çocukları yanına çağırarak, «Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!» dedi. «Çünkü Tanrı'nın Egemenliği böylelerinindir.

 Bu yüzden geleneğe göre bu ayette İsa’nın kucağına aldığı çocuğun İgnatius olduğu tahmin edilmektedir. Yaşına bakıldığında da bu mümkün olabilir. Ama kesin bir şey söyleyemeyiz. Petrus’un öğrencisiydi. Petrus tarafından Antakya episkoposu olarak atanmıştı. İgnatius Pavlus, Yuhanna hatta diğer elçileri de tanıyor olabilir. İgnatius “monarşi episkoposluğun” ilk kurucu olarak bilinmektedir ve kendisini episkopos olarak adlandıran ilk kişidir. Kilisenin birliğine ve önderliğe o kadar çok önem veriyordu ki mektuplarında özellikle bu konularla ilgili yazmıştır. Episkoposun kilisenin birliği için bir güvence olduğunu söyleyen İgnatius bu konuda o kadar çok ileri gitmiştir ki episkopos yanlış söylese bile ona boyun eğip itaat etmek gerektiğini ve hatta episkopos olmadan yapılan vaftiz törenin yasal olamayacağını ve efkarist Rabbin sofrasından alınamayacağını söylemiştir.daha da ileri giden İgnatius episkoposu onurlandıranın Tanrı’yı onurlandırmış olacağını söylemiştir.

 İgnatius Hıristiyan olduğu için tutuklanmış ve Roma’da arenada hayvanlar tarafından parçalanarak şehit olmuştur. Roma ya giderken yoldaki Hıristiyanlara uğramış, onları teşvik etmiş ve onlara mektuplar yazmıştır. İgnatius şehitlik mertebesine ulaşmayı çok istemiştir. Hatta Roma’daki imanlılara yazdığı mektuplarında “Şehit olmama engel olmayın” diye de belirtmiştir. İgnatius büyük bir tutkuyla İsa’ya bağlıydı.

 İsa’nın vücut bulmasını sadece bir görünüş olduğunu söyleyenlere karşı -ki bu daha sonraki dönemlerde Dosetizm adı ile bilinecek olan sapkın öğretinin ilk belirtileridir- İgnatius, Rabbin gerçekten beden aldığını ve çarmıhta acı çektiğini vurgulamıştır. Zaten aksi olsaydı kurtuluş mümkün olmaz ve inancımız boş olurdu.

 
 Hermes ( -150) Apostolik babalardan birisiydi ve Roma episkoposuydu. Hermes’e ait olduğu düşünülen bir kitap bulunmaktadır. Bu kitabın Hermes’e ait olduğunun düşünülmesinin nedeni kitabın adının “Hermes’in Çobanı” olmasıdır. Kitapta önce imandan düşen sonra da tekrar Rab’be dönen ve melekler tarafından yol gösterilen bir adamdan bahsedilmektedir. Yazar Hermes, Roda adında bir kadına satılmış bir köledir, fakat Roda daha sonra Hermes’i serbest bırakır. Hermes de özgür kaldıktan sonra ticaretle uğraşır, çok zengin olur ve evlenir. Hermes Hıristiyan bir adam olmasına rağmen ticaret yaparken ahlak kurallarına uygun davranmaz. Zengin olduğu bu dönemde Hıristiyanlara yapılan zulümler sırasında bütün servetini kaybeder ve Hıristiyan olamayan çocukları tarafından reddedilir. Bu kitap alegorik bir kitaptır ve kitapta bir Hıristiyan’ın kendisi Rab’le yürürken çocuklarının da Rab’le yürümesini sağlamaları gerektiğini anlatmaktadır.


 Policarp (69-151) İzmir episkoposu ve Yuhanna’nın öğrencisiydi. Policarp Filipililer’e bir mektup yazmıştır ve mektupları Pavlus’un mektuplarına benzemektedir. Policarp’ın yazdığı mektuplarda Yeni Anlaşma’dan alıntılar olduğunu görüyoruz. Bu da bize o dönemde Yeni Antlaşma yazılarının varolduğunu ve yaygın bir şekilde kullanıldığını göstermektedir.


 Policarp İzmir tiyatrosunda halkın önünde bir odun yığını üzerinde yakılarak öldürülmüştür. Policarp’ı önce tutuklamışlar sonra da yaşlı ve sevilen bir adam olduğu için serbest bırakmak istemişlerdir. Fakat ondan serbest kalmak istiyorsa İsa’yı inkar etmesini istemişlerdir. Policarp ise onlara “86 yıldır hizmet ettiğim ve beni asla terk etmeyen sadık Rabbim’i nasıl inkar edebilirim” demiştir. 
 Bunun üzerine arenaya götürülen Policarp’a tekrar bir şans vermişler ve ondan bu kez de “Hristiyanlar kafirdir” demesini istemişlerdir. Policarp ise Romalıları gösterip “Bu kafirlerden kurtulalım” demiştir. Bunun üzerine yakılarak öldürülmüştür. Hatta ateşin önce bir süre Policarp’ı yakmadığı ve bunun üzerine de bir askerin Policarp’ı mızrakla öldürmeye çalışırken ateşe düşüp onunla birlikte yandığı anlatılır.


 Papius (60-130) Yuhanna’nın öğrencilerinden biriydi, Policarp’ın arkadaşıydı, Pamukkale bişobuydu. Papius’u önemli yapan özelliklerden biri de Yeni Anlaşma’daki yazıları yorumlamasıdır. Papius’un Markos’un ve Petrus’un söylediklerini kaleme aldığı tahmin edilmektedir. Papius, Matta’nın Müjde’yi İbrani’ce yazdığını söylemiştir. Papius’un günümüze hiçbir yazısı ulaşamamıştır. Ama Papius’dan 200-300 yıl sonra yaşayan Eusebius’un yazılarında Papius’un yazılarına rastlanmaktadır ve bu yazılardan bildiğimize göre Papius İsa’nın dirilişinden sonra bin yıl egemenlik süreceği Milenyum görüşüne inanıyordu.

Hristiyanlığın Doğuşu ve Yayılışı

Hiç yorum yok :



 Kutsal Kitap Mesih’in Eski Antlaşma peygamberliklerini tamamladığını söylemektedir. Kilise Babaları da kendilerini Eski Antlaşma peygamberliklerinin tamamlanışı, elçilerin yasal devamı ve Eski Antlaşmada bildirilen yeni İsrail olarak görmüşlerdir.

 İlk olarak Hıristiyanlık yayılmaya başladığında insanlar Yahudi dininin bir kolu olarak gördüler. “Pax Roma” denen barış dönemi ve imparatorluğun sağladığı düzeni emniyet ve yollar sayesinde Müjde çok hızlı bir şekilde en uzak yerlere kadar yayılmıştır.

 Elçilerin İşleri 2.bölümde anlatılan Pentikost gününden önce Müjde’yi duymaya hazır birkaç grup vardı. Bu gruplardan bir tanesi İsa’yı dinlemiş ya da duymuş olan kişilerdi. Bu kişilerin arasında Yahudiler, Samiriyeliler hatta Yahudi olmayanlar vardı. O dönemde bütün Roma dünyasına yayılmış olan Yahudiler de vardı. Bu Yahudilere “Helenistik Yahudiler” deniyordu. Pentikost gününde aynı zamanda dünyanın her tarafından da Yahudiler Kudüs’teydi.

 Elçilerin İşleri 2:9-11 Aramızda Partlar, Medler, Elamlılar var. Mezopotamya'da, Yahudiye ve Kapadokya'da, Pontus ve Asya ilinde, Frikya ve Pamfilya'da, Mısır ve Libya'nın Kirene'ye yakın bölgelerinde yaşayanlar var. Hem öz Yahudi hem de Yahudiliğe dönme Romalı konuklar, Giritliler ve Araplar var aramızda. Ama her birimiz Tanrı'nın büyük işlerinin kendi dilimizde konuşulduğunu işitiyoruz.»

 Bütün bu insanlar Petrus’un vaazını dinlediler ve aralarından İsa’ya iman edenler oldu. Ama iman edenler Kudüs’ten ayrılmak istemediler. Daha sonra İstefanos’un ölümüyle Kudüs’teki kilise dağılmak zorunda kaldı.

 Elçilerin İşleri 8:1-2 O gün Kudüs'teki inanlılar topluluğuna karşı korkunç bir baskı dönemi başladı. Elçiler hariç tüm imanlılar Yahudiye ve Samiriye'nin her yanına dağıldılar. Bazı dindar kişiler, İstefanos'u gömdükten sonra onun için büyük yas tuttular.


 Böylece Müjde bu insanların gittikleri her yere yayılmış oldu. Bu yerlerden biri de ilk “Hıristiyan” olarak çağrıldığımız yer olan eski Antioch; yani bugünkü Antakya şehridir. Daha sonra da Pavlus Müjde yolculuklarına başlamıştır.

 1.yüzyıl sonlarına doğru özellikle kilisenin kendi içinde bir gelişim gösterdiğini gözlemliyoruz. O dönemde büyük merkezlerde kiliseler oluşmuştu. Ama kırsal bölgeye henüz ulaşılamamıştı. Bu dönemin en güzel taraflarından bir de öğreti konusunda henüz aşılamaz görüş farklılıklarına gelinmemişti. Sadece Apollos adında bir adamın farklı bir öğreti yaydığını görüyoruz.


 Elçilerin İşleri 18:24-25 Bu arada İskenderiye doğumlu Apollos adında bir Yahudi Efes'e geldi. Üstün bir konuşma yeteneği olan Apollos, Kutsal Yazılar'ı çok iyi biliyordu. 25 Rab'bin yolunda eğitilmiş bir kişiydi. Ateşli bir ruhla konuşuyor ve sadece Yahya'nın vaftizini bildiği halde İsa'yla ilgili gerçekleri doğru öğretiyordu.


 Ama Apollos alçakgönüllü ve düzeltilmeye hazır bir adamdı. Bu yüzden herhangi bir sorun olmadı. Hatta doğru olanı öğrendikten sonra Müjde’yi vaaz etmeye devam etmiştir.


 Bu dönemde Kudüs’teki kilisenin önderi İsa’nın kardeşi Yakup’tu. Hem geleneksel tarih hem de ünlü kilise tarihçisi Eusebius’a göre Yakup Sanhedrin tarafından tutuklanıp İsa Mesih’i reddetmesi için zorlanmıştır. Ama Yakup bunu kabul etmeyince yüksek bir tepeden aşağıya atılmıştır. Yakup’un düştükten sonra da hala ölmediği anlaşılınca dövülerek öldürülmüştür.

 60’lı yılların sonunda Yakup’un öldürülmesinden sonra Yakup’un birinci dereceden kuzeni -aynı zamanda İsa’nın da- Kleyopas’ın oğlu 1.Simun kilisenin başına geçmiştir.


 Luka 24:18 Bunlardan adı Kleyopas olan O'na, «Kudüs'te bulunup da bu günlerde orada olup bitenleri bilmeyen tek yabancı sen misin?» diye karşılık verdi.


 Kleyopas İsa dirildikten sonra, İsa’nın Emayus yolunda karşılaştığı iki kişiden biridir. Bu detayların verilmesinin nedeni, o dönemdeki Kudüs’ün atmosferinin resmini çizmektir.

 O dönemde İmparator Neron öldürülmüş ya da intihar etmişti. General Vespasian bu yüzden Kudüs’ü bırakıp Roma’ya geri dönmüş ve imparator olmuştur. Kudüs kısa bir süreliğine başsız kaldıktan sonra yerine Vespasian, oğlu Titus’u Kudüs’e göndermiştir. Titus’da şehre geldiğinde ilk olarak şehri yok etmiştir.


 Matta 24:15-18 Daniel peygamberin sözünü ettiği yıkıcı iğrenç şeyin kutsal yerde dikildiğini gördüğünüz zaman (okuyan anlasın), Yahudiye'de olanlar dağlara kaçsın. Damda olan, evindeki eşyalarını almak için aşağı inmesin. Tarlada olan, abasını almak için geri dönmesin.



 Tarihçi Eusebius’a göre 70 yılındaki Titus komutanlığında yapılan bu yıkımda Hıristiyanlar öldürülmemiştir. Çünkü Hıristiyanlar Kudüs’ün etrafında Romalı askerleri görünce İsa’nın onlara bu ayette söylediğini hatırlamış ve kaçmışlardır. Kaçan bu Hıristiyanlar Ürdün’ü geçip Ürdün Krallığı’na yerleşmişlerdir.

 Kudüs şehri tekrar inşa edildikten sonra, 2.yüzyıl başlarında burada yeniden kiliseler kurulmuştur. Fakat bu kiliseler Yahudi olmayanlar tarafından kurulmuş kiliselerdir. Bu yeni kurulan kiliselerin önderlerinin isimleri de Yahudi olmayanların isimlerini taşımaktadır ki, zaten birçok yıl boyunca Yahudilerin Kudüs’e girmeleri yasaktı. Kudüs, daha sonraki yüzyıllarda Hıristiyanlığa önderlik eden beş patriklikten birisi olmuştur. Bu patrikliklerden bir tanesinin Kudüs olmasının nedeni şehir olarak önemli olmasından değil, İsa’nın orada yaşamış olmasındandır.


 1.ve 2.yüzyıl başına gittiğimizde özellikle elçilerle ilgili çok fazla bilgi ya da yazılı belge bulamıyoruz. Bunun nedeni de özellikle bu dönemde yaşayan elçiler ve diğer kişilerin çok büyük baskılar altında kaçarak ya da saklanarak Müjde’yi vaaz etmiş olmalarıdır. Daha çok hayatta kalmaya çalışmakla uğraştıkları için yazmaya pek vakitleri ve güçleri olmamıştı.


 Bu yüzden de bu dönemle ilgili daha çok geleneklerden bilgi edinebiliyoruz. Geleneklere göre Markos kitabını yazan Markos, Mısır’daki İskenderiye’ye gitmiş ve orada Müjde’yi vaaz etmiştir. Yine geleneklere baktığımızda Thomas’ın da Müjde’yi Babil ve Hindistan’a kadar taşıdığını görüyoruz. Hatta Ninova ve Musul bölgesinde yaşayan bazı Asurlu Hıristiyanlar da Müjde’yi Thomas aracılığıyla duyduklarını söylemektedirler.

 Müjde’nin Bizans’a da Andreas tarafından taşındığı söylenir ki İncil’in ulaşmasından 300 yıl sonra büyük bir merkez olan Bizans, o dönemlerde küçük bir köydü.

 Petrus ve Pavlus ise Roma’ya kadar gitmişler ve 60’lı yılların ortalarında da her ikisi de burada katledilmişlerdir.

 Yuhanna, ise Efes bölgesine gitmişti. Tabi ki, bu bölgeye ilk olarak Müjde’yi götüren Pavlus’tu. Kutsal Kitap’tan da bildiğimiz gibi İsa, çarmıh üzerindeyken annesini Yuhanna’ya teslim etmişti. Meryem’de Yuhanna ile birlikte Efes’e gelmiş ve yaşamının sonuna kadar burada yaşamıştır. Meryem hakkında anlatılan geleneklerden en doğrusu budur. Tabi ki Efes’te bugün Meryem’in evi olarak bilinen evin Meryem’e ait olduğuna dair hiç bir tarihi arka plan yoktur, ancak Efes’te ölmüş olması mümkündür.


 Bu ilk dönemlerdeki, temel öğretide bir birlik vardı. Ama Kutsal Kitap’tan da bildiğimiz gibi üç önder arasında bazı farklılıklar olduğunu görebiliyoruz.


 Elçilerin İşleri 6:2-3 Bunun üzerine On ikiler, bütün öğrencileri bir araya toplayıp şöyle dediler: «Tanrı sözünü yayma işini bırakıp maddi işlerle uğraşmamız doğru olmaz. Bu nedenle kardeşler, aranızdan Ruh'la ve bilgelikle dolu, yedi saygın kişi seçin. Onları bu iş için görevlendirelim.


 Burada ilk diyakonluk görevinin nasıl başladığını görüyoruz. Diyakonluk hizmeti o zamana kadar yoktu. Fakat daha sonra ihtiyaç üzerine ortaya çıkmıştır. Yine Kutsal Kitap’a baktığımızda ihtiyarlık ve bişopluk yani üst gözetmenlik sisteminin oluştuğunu görüyoruz. İhtiyarın saygın kişilik ve öğretmenlik, bişobun ise üst kontrolör ve gözetmenlik özelliği vardır. Özellikle 1.yüzyıl sonunda Yuhanna bu iki görevi tamamen ayırmıştır.


Elçilerin İşleri 2:42 Bunlar kendilerini elçilerin öğretisine, paydaşlığa, ekmek bölmeye ve duaya adadılar.


 Bir de bu dönemde “elçisel öğretişi devam ettirmek” çok önemliydi. Anadolu’daki el verme sistemi ile aynı sistemdir. Her elçinin öğrencisine verdiği yetki ve bir öğretiş zinciri vardı. Bu öğretiş sayesinde Tanrı, yüzyıllar boyunca kilisesini sabit bir ana temel üzerinde tutmuştur. Bu gün kiliselerde birçok farklı öğretiş bulunmaktadır. O dönemde “elçisel öğreti” kelimesi sabitliği ve doğruluğu gösteriyordu.


 Fakat tarihte bazı dönemlerde el verme ya da el koyma yöntemiyle elçisel kelimesi kötüye kullanılmıştır. İlk olarak kötüye kullanan grup Gnostikler’dir. Gnostikler bir takım gizli bilgilerin el koyma yöntemiyle elçiler aracılığıyla kendilerine geçtiğini söylediler. Kötüye kullanan başka bir grupta yine kilisenin içinden çıktı. Özellikle önderler kendilerini elçilerin ve dolayısıyla da İsa’nın temsilcileri olarak düşünüp kendilerini topluluktan ayrıldılar. Aslında ilk başlangıçta el koyma fikri iyiydi ve Kutsal Kitap’a uygundu. Sadece elçisel öğretinin devamını gösteren Eski Anlaşma’dan gelen simgesel bir anlatımdı.


 Pavlus’un birçok öğrencisi vardı ve hatta bazıları ile ilgili birçok şeyi Kutsal Kitap’tan biliyoruz. Timoteos, Titus, Onasimus gibi.

 Yuhanna’nın da öğrencileri vardı. Onların bazılarını da Kutsal Kitap’tan bilmesek de kilise tarihinden biliyoruz. İzmir bişobu Policarp gibi. Yuhanna’nın bazı öğrencileri bütün Akdeniz’i geçip Galler’e kadar ulaşmışlardır.

 Petrus’un da Kutsal Kitap’tan değil de kilise tarihinden bildiğimiz öğrencileri vardı. Antakyalı İgnatius, Linus gibi. Linus, Roma Katolik Kilisesi’ne göre ilk papadır.


 İkinci yüzyılda, Müjde “Sevinç Getirici Haber’in” yayılışı hızla devam etmiştir. Ancak bunun nasıl gerçekleştiği konusundan daha da az kesin bilgiye sahibiz. Hıristiyanlık bu dönemde imparatorluğun bütün illerinin dışında Mezopotamya’ya kadar yayılmıştı.



 Bu döneme aynı zamanda tanım dönemi de diyebiliriz. Çünkü kilise bu dönemde inancını tanımlamıştır. Tabi ki neye inandıklarını biliyorlardı. Neye inandıklarını kendileri oluşturmadılar. Sadece bu inandıkları şeyleri bir araya getirip tanımladılar.


 Üçüncü yüzyılda müjdenin yayılışı ve kilisenin gelişimi daha da hızlanmıştır. Özellikle toplumun giderek bozulması insanların arasında inançlarda emniyet arayışına neden olmuştur. Roma kenti o dönemlerde Hıristiyanlık açısından öncü bir kent olmasına rağmen diğer merkezlerde, özelikle Akdeniz’in doğu kesimleri ve Küçük Asya diye bilinen Batı Anadolu’da önemli birer merkezdiler. O dönemde yaşayıp “Thaumaturgos” yani “Mucizeci” diye bilinen Gregor isimli bir önderin kayıtlarında Müjde’nin yayılışı hakkında bazı somut bilgiler bulunmaktadır. Gregor varlıklı, soylu ve pagan kökenli Pontuslu bir ailenin çocuğuydu. İyi bir eğitim görmek amacıyla Filistin bölgesine gitmiştir. Orada ünlü Hıristiyan filozof öğretmen Origen ile tanışmıştır. Gregor 240 yıllarında Pontus’a dönünce istemediği halde Pontus episkoposu olarak atanmıştır. Müjde’nin özellikle o bölgede duyurulması için çok çalışmıştır. 30 yıl sonra öldüğünde bu yörede büyük bir çoğunluk Mesih’e iman etmişti. Gregor’la ilgili şöyle bir söz vardır. “Gregor işe başladığında sorunlu olduğu bölgede sadece 17 tane Mesih imanlısı bulmuştu. Ama o öldüğünde sadece 17 pagan kalmıştı.”



 Antakya, İskenderiye ve daha küçük bir bölge olan Efes Mesih inancının çok yaygın olduğu merkezlerdi. Helenistik yaşam biçiminin yaygın olduğu yerlerde Mesih inancı daha çabuk ve kolay yayılmıştır. Özellikle Grekçe konuşulmayan Mısır’ın kırsal kesimleri gibi yerlerde yayılış daha yavaş olmuştur. Yine de 300’lü yılarında başında Kıpti kilisesi oluşmaya başlamıştır. Kuzey Afrika’da da çok erken bir dönemde kilise oluşmuştur. Özellikle Kartaca ve yakın bölgeler Roma’nın birinci derecede koloni kurma yerleri olduğu için bu bölgelerde yoğun bir şekilde Latince dili yayılmıştır. İkinci yüzyılın ortasında Kartaca’da doğan kilise babalarından Tertulyan ve aynı şehirde üçüncü yüzyılda episkoposluk görevindeyken idam edilen Cyprian aynı zamanda ünlü Latince yazarlardır.



İspanya hakkında fazla bir bilgi mevcut olmasa da Hıristiyanlığın 200’lü yılların başında özellikle güney bölgesinde iyice oturmuş olduğu bilinmektedir. Gerçi bazı episkoposların ticarete yönelmiş oldukları ve bazı imanlıların da putperestlik, adam öldürme ve cinsel ahlaksızlık konularında ödün verdikleri ileri sürülmektedir. Ancak tüm bunlara rağmen İspanya Kilisesi Kuzey Afrika’daki kiliseden daha uzun ömürlü olmuştur ve Arap istilasına kadar ayakta kalmayı başarmıştır.



Gaul bölgesi, yani bugünkü Fransa, Hıristiyanlığı doğrudan doğudan gelen bir etkiyle benimsemeye başlamıştır. 150 yıllarında özellikle Lyon ve Vienne kentlerinde önemli sayıda Mesih inanlısı vardı. Elçilerden sadece bir kuşak sonra yaşayan İzmirli İrenaeus 150 yıllarında Lyon’da kilise önderliği yapmıştır. 3.yüzyıl sonunda Fransa’nın kuzey bölgesinde, Ren nehri boyunca ve Britanya’da bile kiliseler bile oluşmuştu.



Hıristiyanlık Roma imparatorluğu sınırları dışında da izleyiciler kazanmıştır. Bu bir yandan imparatorlukta bulunan inanlılarla ilişkide olan kimselerden ve bir yandan da ticaret yollarından dolayı gerçekleşmiştir. Güçlü kiliselerin olduğu Antakya ve Şam kentleri önemli birer ticaret merkezleriydi ve Mezopotamya bölgesindeki şehirlerle yakın ilişkileri vardı. Bu sayede 325 yıllarında Mezopotamya bölgesi ile çevresinde 20 kadar episkoposluk oluşmuştur. Bunlar Hazar Denizi’nden Bahreyn adalarına kadar olan geniş bir alana yayılmış durumdaydı. Bu dönemde bu yörede Grekçe dili yanında Süryani dili de yaygın olarak kullanılmaktaydı.



 Yaklaşık olarak 280 yıllarında Ermeniler devlet olarak Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Roma ile İran arasında bir nevi tampon bölgesi oluşturan Ermenilerin neden böyle büyük bir dönüş yaptıkları ile ilgili bir sürü efsanevi hikayeler anlatılmaktadır. Bu efsaneler yüzünden esas olup bitenler sanki bir sis perdesi arkasında örtülü kalmıştır. Ama bu kitle dönüşünün Aydınlatıcı Gregor adı ile tarihte bilinen bir kişinin yaşam ve müjdeleme eylemleriyle ilgili olduğunu bilinmektedir. Gregor Kapadokya’da sürgündeyken imanlı olmuş, Ermenistan’a dönünce inancını duyurmaya çalışmış, ama orada bir hayli zülüm görmüştür. Buna rağmen bir süre sonra Kral Tırdat Mesih’e iman etmiştir. Kralın desteğiyle halk hızla putperestlikten Hıristiyanlığa dönmüştür. Birçok kiliseler kurulmuş, hatta daha önce putperest tapınak olan yerler kilise olmuştur. Gregor Ermenistan’daki bütün bu kiliselerin başı olmuş ve soyundan gelenler de bu görevi sürdürmüşlerdir. Hatta Ermeni kilisesi günümüzde bile Gregorian olarak tanımlanmaktadır. Tarih boyunca buna benzer olaylar ve gelişmeler gerçekleşmiştir. Kabul görmüş bir liderin iman etmesi toplu değişimlere neden olabiliyordu ve o önderin uyguladığı kilise düzeni daha sonra bir halk, devlet ya da milletin özdeşleştiği bir inanç sistemi oluveriyordu.

 Aynı dönemde Karadeniz’in kuzey ve doğu kıyılarında da kiliseler oluşmuştur. O bölgelerdeki şehirlerin birçok Helen kentlerle ticaret bağlantıları vardı.

 Üçüncü yüzyıl sona ermeden İskenderiye’nin Arabistan’la olan bağlantısından dolayı o bölgede de Mesih izleyicileri bulunmaktaydı.

 Elçi Thomas’ın müjde’yi Hindistan’a kadar götürmesi ne kesin olarak ispatlanabilmiş ne de tatmin edici kanıtlarla yalanlanabilmiştir. Zaten Mesih döneminden önce Hindistan’la Helen dünyası arasında ticari ilişkiler bulunmaktaydı. Belki bu ticari yollar aracılığı ile de Mesih inancı oralara kadar ulaşmış olabilir.

İlk Hıristiyan Şehitleri

Hiç yorum yok :


İstefanos’dan sonra ilk Hıristiyan şehit 60’larda Yakup’tur. Yakup’la aynı zamanlarda Petrus ve Pavlus da Roma’da imparator Neron tarafından öldürülmüşlerdir. 
 
Nasıl öldüklerine dair elimizde kesin bir bilgi olmasa da Petrus’un ters olarak çarmıha gerildiği, Pavlus’un da Roma vatandaşı olduğu için çarmıha gerilerek değil de kılıçla öldürüldüğü bilinmektedir. 
 
Geleneklere göre Petrus’un öldürüldüğü ve gömüldüğü yer Vatikan tepesidir ve bu yüzden de oraya bir kilise kurulmuştur. 
 
Yuhanna dışında diğer bütün elçiler çarmıha gerilerek ya da farklı şekillerde öldürülmüşlerdir.      Sadece Yuhanna 90’lı yılların sonunda kendi yatağında ölmüştür. Mezarı Efes’teki bazilikada bulunmaktadır.

Erken Kilise Tarihi

Hiç yorum yok :

Kutsal Kitap “Zaman tamamlanınca Tanrı Oğlunu yolladı” der. Tanrı tarihin her detayını öyle bir hazırlamıştır ki en doğru zamanda oğlunu yollamıştır.


Yeni Anlaşma döneminden önce başlayan Grek İmparatorluğu Mısır, Filistin hatta Hindistan’a kadar büyümüştü. Ama Grek İmparatoru Büyük İskender’in amacı sadece büyümek ve askeri olarak güçlenmek değildi. Aynı zamanda bütün dünyaya klasik Grek kültürünü yaymak istiyordu. Büyük İskender’in öğretmeni büyük filozoflardan biri olan Aristotel’di. Ancak Büyük İskender’in bilmediği bir şey vardı. Tanrı’da aynı şekilde Büyük İskender’in istediği gibi Grek kültürünün bütün dünyaya yayılmasını istiyordu. Böylece 2.yüzyıla kadar Grekçe bütün Akdeniz çevresinde ve hatta İran’a kadar konuşulan bir dil oldu.


İskender çok genç yaşta öldü ve o ölünce de imparatorluk çöktü. Grek İmparatorluğu yerine Roma İmparatorluğu geldi. Roma İmparatorluğu Grek İmparatorluğu gibi Akdeniz etrafına yayılmış büyük bir imparatorluk oldu. Tanrı Grek İmparatorluğu’nu kullandığı gibi Roma İmparatorluğu’nu da kullanmıştır.

Roma İmparatorluğu sınırları içinde -ki sınırları çok büyüktü- eğer Roma İmparatorluğu’na düşman değilseniz çok güvenli ve hızlı bir şekilde yolculuk yapabiliyordunuz. Yolları çok iyi,güvenli ve düzenliydi.


İşte Yeni Antlaşma dönemi başladığında bütün Akdeniz çevresinde ve İsrail’in etrafında tek bir dil kullanılıyordu ve rahatça yolculuk yapabilecek yollar vardı. Bu İsrail dışındaki dünyanın durumuydu.


Şimdi de İsrail’in durumuna bakalım:


İsa gelmeden önce Yahuda kokuşmuş ve çökmüş bir durumdaydı. Hirodes kukla bir kraldı. Rüşvet çok yaygındı. İdari yönetim çok bozuk olduğu gibi dini yapı da bozulmuştu. Tapınaktaki kahinlerin ve ibadetin durumu da iyi değildi. Romalılar bir nevi hem idari hem de dini yönetimi satın almışlardı. Bütün bu karışıklıklar içinde halk isyan etmek üzereydi.


İşte böyle bir durumda zaman tamamlanmıştı ve Tanrı Oğlu’nu gönderdi. Tanrı’nın sağlayışında zaman tam doğruydu.


70 yılında Kudüs’te çok büyük bir isyan çıktı ve bu isyanda tapınak yıkıldı. Havralarda doğan kilise özellikle de Kudüs’teki kilise imparatorluğun değişik yerlerine hatta dünyaya dağılmak zorunda kalmıştır.


300’lü yıllarda ise imparatorluk parçalanmaya başladığında imparator Konstantin başkenti İznik’ten İstanbul’a taşımıştır. Tabi ki bütün bu olaylar kiliseyi de çok etkilemiştir. Özellikle de Roma İmparatorluğu parçalandığında batıdaki kilise ile doğudaki kilise birbirinden kopmuştur. Batı Roma Katolik Kilisesi Roma episkoposu, Doğu Ortodoks Kilisesi ise İstanbul patrikliği etrafında toplanıyordu. Böylece yavaş yavaş doğudaki Ortodoks kilise ile batıdaki Katolik kilise birbirinden uzaklaşıp evrim geçirmeye başlamışlardır. Bu yüzden de iki kilise arasında büyük farklar oluşmuştur.

7-8.yüzyıla geldiğimizde ise Arabistan’da yeni bir akım olan Müslümanlık doğmaya başlamıştır. Türklerin Asya’dan Anadolu’ya gelirken İslamiyet’i kabul etmeleriyle özellikle doğu kilisesi İslamiyet’ten çok etkilenmiştir.

Aynı zamanda İslamiyet Avrupa’yı da birçok açıdan çok etkilemiştir. Ticaret yolları değişmiş, Akdeniz ticari merkez olmaktan çıkıp merkez Kuzey Avrupa’ya taşınmıştır. Avrupalılar yeni ticaret yolları ararken batıya ve güneye doğru hareket etmişlerdir. Bütün bunlara rağmen 1000’li yıllara geldiğimizde ise Rusya ve İskandinavya’da dahil olmak üzere bütün Avrupa Hıristiyanlaşmıştır.

İsa Mesih'in Hayatı

Hiç yorum yok :